8 Nisan 2016 Cuma

KABATAŞ KIYAMETİNDEN ENSAR SÜKÛTUNA


Ne günlerden geçiyoruz yarabbi!
Ülkenin doğusunda viraneye çevrilen kentler kasabalar,
Apartmanların bodrumlarında kıstırılıp yakılan insanlar,
Tankla ezilip panzerle sürüklenen genç insan bedenleri,
Kurşunlarla delik deşik edildikten sonra etrafında zafer pozu verilen çıplak kadın vücutları,
Yerinden yurdundan edilen yüzbinlerce insan,
Buzdolabının derin dondurucusunda saklanan çocuk cesetleri.
Bu vahşet tablosuna on yıllardır çare bulmayan siyaset. O siyasetin en tepesinde “Belki biz bir ölüyoruz ama en az 10 da, 20 de, 30 da onlardan öldürüyoruz. Bu şekilde devam ediyor.” diye kelle hesabı yapabilen bir Cumhurbaşkanı...
***

Ülkenin batısında ise her gün “şehit” cenazeleri,
Patlayan canlı bombalar, katledilen (katledilecek) yüzlerce insan,
Türkiye’yi terk edin” çağrısı yapılan yabancılar,
Hapse atıldıktan sonra vatandaşlıktan atmakla tehdit edilen barış yanlıları,
Her sokakta öldürülen bir kadın,
İş cinayetlerine kurban giden işçiler,
Azgın sermaye birikimine kurban edilen çevre ve doğa,
Alıp başını giden hırsızlık, yolsuzluk,
Siyaset zorbasının maymuna çevirdiği devlet,
Kimsenin güven duymadığı parlamento ve yargı,
Zorbalığa teslim olmuş medya,
Susturulan üniversite,
Seküler eğitimin karşısına dikilen dini eğitim yuvalarında tecavüze uğrayan çocuklar.
Bu rezilliklere isyan etmeyen bir toplum, çare bulmayan siyaset.
O siyasetin en tepesinde ise Kadıköy vapurundaki kadınları gözetlediğini ağzından kaçıran, “Kabataş’ta başörtülü bacımın üzerine işediler” yalanıyla kıyameti kopartmasına karşılık tecavüze uğrayan çocuklar konusunda tek kelime etmeyen bir Cumhurbaşkanı...
Özetle, aklını ahlakını vicdanını yitirmiş siyasetin yaşanamaz hale getirdiği bir ülke.
***

Cinayet acıları diner, zorbalık ve hırsızlık ayıpları bir şekilde azalır da, dini eğitim yuvalarında, vakıflarda, yurtlarda, çocuk ıslahevlerinde tecavüz utancıyla nasıl başa çıkarız, bilinmez.
Toplumun bir kesimi bu utancı yüreğinde hissediyor, önlemeye güç yetirememenin acısıyla kavruluyor. Hemen her konuda ahkâm kesen Cumhurbaşkanı ise suskunluğunu sürdürüyor. Bunca rezaletten yalnızca biri söz gelimi Aziz Nesin Vakfı’nda meydana gelse nasıl da kıyameti kopartırdı. Söz konusu olan Ensar Vakfı, imam hatip okulları veya Kur’an kursları olunca suspus.
Cumhurbaşkanı suskun, Başbakan’ın ne dediği belli değil. Skandalın üstüne herkesten önce gitmesi gereken Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı ise düşman başına. Ana dilini konuşmaktan aciz. Önce “Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz” diyerek Vakf’a göğsünü siper ediyor. Ardından, 13-14 Nisan’da düzenlenecek Çalıştay’ın gündemi hakkında konuşurken aynen “İhmal, istismar ve tacize uğrayan çocukların cezalandırılması konusu da gündeme alacağımız konulardan bir tanesi” diyor. Yetmiyor, Cumhurbaşkanı ve Başbakan abileri gibi, “önüne yatmak” deyiminden “altına yatmak” anlamı çıkartıp kıyameti kopartıyor. Besbelli ki, akıl fikir kasıklardan yukarı çıkamamış...
Şurası hakikat ki, bu memlekette çocuklar ilk kez tecavüze uğramıyor, kadınlar ilk kez öldürülmüyor. Eskiden de vardı. Önceki iktidarlar döneminde de hırsızlık yolsuz yapılıyordu. Bugünün dünden farkı, Türkiye’nin tarihte hiç olmadığı kadar dinci siyaset bataklığına gömülmesi, 13 yıldır süren dinci iktidar döneminde tecavüzün, cinayetlerin, yolsuzluğun katlanarak artması ve “günah işleme hürriyeti” denilerek din adına meşrulaştırılması. En acısı da, mütedeyyin denilen seçmen çoğunluğunca umursanmaması; din iman söz konusu olduğunda aklını iptal eden seçmen çoğunluğunun bu utanç tablosu ressamlarını sırf alınları secdeli diye seçimlerde ödüllendirmesi.
***

İsyan etmemek elde değil.
İsyan etmemek elde değil de kime isyan etmeli?
İlk isyan Allah’a edilse gücüne gider mi acaba?
Kur’ân-ı Kerîm’inde buyuruyor ki, “Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak O’ndan habersiz düşmez.” (En’âm / Sürü, 59)
Yine Kur’ân-ı Kerîm’inde dünya hayatının imtihandan ibaret olduğunu vurguluyor ve buyuruyor: “(Ey insanlar!) Sizi birbiriniz için imtihan aracı kıldık.” (Furkân, 20)
***

Ya Kayyum,
Ya Kadir-i Zülcelal,
Yaprak bile senden habersiz izinsiz kıpırdamıyor düşmüyorsa,
Senin adını yüceltme palavrasıyla açılan kurslarda, vakıflarda, yurtlarda olan bitenden haberin var mı? Varsa, razı mısın?
İnsanları birbirleri için imtihan aracı kıldın ise, konuşmayı henüz sökmüş bacak kadar çocuğa reva gördüğün imtihan nasıl bir imtihandır?
Bütün bu olan bitenden haberin var da sessiz kalıyorsan, keremin de imtihanın da senin olsun!

Firmianus Lactantius da nurlar içinde ruhu şad olsun!