11 Mart 2016 Cuma

EMİNE VE TAYYİP’İN HAREM HAYATI

Kim ne derse desin, Emine Hanım laiklik mücahidesidir.
Emine Hanım da kim diye sormayın artık. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi. Aslen Siirtli. İstanbul Zeynep Kamil İlkokulu’nda öğrenime başlamış, ardından Mithat Paşa Akşam Sanat Okulu’na devam etmiş ama mezun olduğuna dair bir kayıt yok. Cumhurbaşkanlığı internet sitesinde de mezun olduğundan söz edilmiyor. Lise ve üniversiteye adımını bile atmamış. İyi de etmiş!
İşte bu Emine Erdoğan, laiklik ve kadın hakları mücadelesinin çok önemli bir neferidir. Öyle ki, laiklik ve kadın hakları dendi mi akla ilk gelen kadınlardan çok daha etkili bir nefer.
Aklınız karışmasın. Emine Erdoğan laiklik ve kadın hakları mücadelesinin gizli mücahidesidir, gizli neferidir. Açıkça mücadele yürütse o kadar etkili olamayacağını bildiğinden, ne yapsın, O da mücadelesini gizli yürütüyor. Kılığıyla kıyafetiyle, çeşitli toplantılarda yaptığı konuşmalarla laikliğin ve kadın haklarının ne denli elzem olduğu mesajını gizlice veriyor aslında!
***

Emine Erdoğan süslüman değildir!
Mesela kıyafeti. Emine Hanım mesture, yani örtülü, 15 yaşındayken örtünmüş. Ama nasıl örtünmüş! Kendisinin de çeşitli vesilelerle anlattığı üzere ağabeyi örtünmesini emrettiğinde intihar etmeyi bile düşünmüş ama etmemiş. İyi ki intihar etmemiş. Yoksa Türkiye, Emine Hanım gibi bir laiklik ve kadın hakları mücahidesinin eksikliğini çok ama çok duyardı!
Emine Hanım, örtünmesine örtünüyor ama tesettüre karşı gizli gizli direnmekten de geri durmuyor. Öyle ki, Başbakan ve Cumhurbaşkanı eşi olduktan sonra bile gizli direnişini sürdürüyor!

Evet evet, Emine Erdoğan, tesettüre karşı gizli direniş içinde. Dikkat edilirse, türbancı kızlardan çok farklı şekilde örtünüyor. Mesture kızlar Allah için tesettürü kendilerine yakıştırıyorlar. Öyle ki, başı açık kızlardan kadınlardan çok daha şık, güzel ve alımlı oluyorlar; süslüman yakıştırmasının hakkını veriyorlar. Ama Emine Hanım öyle değil. Yakıştırmıyor kendisine örtüyü. Hanımağa olduktan sonra tesettür modacıları (ve hatta Ertuğrul Özkök), Emine Hanım’ın kılık kıyafeti için neler yazmadılar neler. Bir Rahşan Ecevit’e benzetmedikleri kalmıştı. Ayşe Arman açık açık, “Emine Erdoğan fena halde rüküş” diye yazmıştı.
Bu söylenenler haksızlıktı, Emine Erdoğan’ın laiklik mücadelesinin gizli neferi olduğunu bilmemekten kaynaklanan bir aymazlıktı. Örtünmeye başladıktan sonra bile balık burcunun romantizmini bir sır gibi muhafaza eden Emine Hanım bilmez mi süslümanlar gibi giyinmeyi ya da giydiği elbiseyi üzerine yakıştırmayı. Bilmesine biliyor ama yakıştırmıyor işte. Tesettürü kendisine yakıştırmayarak mesaj veriyor. Nasıl bir mesaj? Şöyle bir mesaj: “Kızlar bana bakın, beni görün! Aklınızı başınıza toplayın! Zorla tesettüre girerseniz başınıza geçirilecek olan budur. Aklınız fikriniz bağlanır, erkeklere kuzu kuzu itaat edersiniz!
***

Emine Hanım’ın Harem Günleri
Sadece kılığıyla kıyafetiyle mesaj vermiyor Emine Erdoğan; çeşitli toplantılarda yaptığı konuşmaların her biriyle de kadın haklarının, laikliğin önemini vurguluyor!
Mesela 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde yaptığı konuşma. Osmanlı sarayındaki harem hayatını anlatmış, haremin hanedan mensupları için okul, kadınlar için “hayata hazırlandıkları” eğitim yuvası olduğunu anlatmış.
Bu konuşma üzerine bir kısım medyada ve sosyal medyada yazılanlar çizilenler ne kadar ayıp!
Yok Emine Erdoğan ilkokul bilgisiyle harem hayatını nereden biliyormuş, hareme yolu düşmüş de mi böyle konuşuyor filan...
Hakikaten ayıp! Emine Hanım’ın tahsil hayatı ilk mektepte kalmış olabilir. Ama azmetmiş açığını kapatmış, zahide ve abide bir kadın olmuş. Şimdi de ilmi ve imanıyla kadınları aydınlatıyor!
Emine Hanım’ın Osmanlı haremine ilişkin söyledikleri yüzde yüz doğru. Zira harem demek ev demek. Osmanlı haremi, Osmanlı hanedanının evi demek. Osmanlı haremi de, tarihteki pek çok muadilleri gibi, hanedan mensupları için bir okul. Veliahtlar, şehzadeler, sultanlar haremde ve bitişik okul Enderun'da eğitilerek devlet yönetmeye hazırlanıyorlar. Tabii bugün hanedanlık fiziken olmadığından Bilal oğlan elin İtalya’sında doktora tahsili yapmak zorunda kalıyor, ayrı mesele!
Tabii harem, hanedan mensuplarından ibaret değil. Onca hanedan mensubu şehzadenin, sultanın, damatların, gelinlerin, odalıkların, hasekinin, valide sultanın, padişahın hizmetini kim görecek? İşte harem dendiğinde asıl akla gelmesi gereken bu hizmetli takımı.
Osmanlı hareminde hizmetli takımı mevcudu 400-600 arasında değişmiş. Hizmetliler içinde kadınlar da var erkekler de. Hepsinin ortak statüsü köle olmaları.
Evet evet, erkekler köle, kadınlar cariye. Cariye demek, kadın köle demek. Cariyelik İslam’a aykırı bir şey değil. Savaş esiri erkek, kadın ve çocukları nasıl bir geleceğin beklediğini merak edenler, Kur’ân-ı Kerîm’in Enfal (Türkçesi Ganimet) suresine bakabilirler.
 Bu bilgiler ışığında, Emine Erdoğan o tarihlerde mesela Balkanlar, Ukrayna, Macaristan, Kafkaslar, Kuzey Afrika gibi bir yerde dünyaya gelmiş olsa, Osmanlı haremine nasıl girerdi?
Tarihçi İlber Ortaylı’nın çok açık ifadesiyle, “Saraya gelen cariyeler ya Kırım Hanlığı atlılarının Ukrayna ve Polonya ovalarından toplayıp getirdiği esireler ya da Azak ve Kefe sancak beyi gibi görevlilerin satın alıp hediye ettikleri veya Akdeniz'deki Cezayir korsanlarının ele geçirdikleri güzellerdir.
  Emine hanedan mensubu olmadığına göre, hareme girmesinin tek yolu cariyeliktir. Bu yolda ilk eğitimini, Kırım Tatar hanları, Akıncı beyleri veya Akdeniz korsanlarına esir düştüğünde alırdı. Nasıl bir eğitim veya tecrübe olduğu tarih kitaplarında kayıtlıdır, tekrarından Hakk saklasın!
İlk tedrisatın devamında güzelliğine veya İstanbul esir pazarındaki endamına bağlı olarak haremağalarının eline düşerdi. Nihayet hareme adımını attığında kendisini bekleyen istikbal, sıradan hizmetli, en muteber rütbe olarak da padişahın, veliahttın veya diğer şehzadelerin odalığı olmaktır. Tabii saray hizmetlerinin nasıl yürütüleceği konusunda eğitilirdi. Yüzlerce cariye arasında Padişahın has odalığı, yani hasekisi olabilirse ne mutlu! Ama o da geçici. Padişah devrilirse o da devrilir, icabında kellesi koparılırdı. Bir şehzadenin odalığı olmak da kurtuluş olmazdı çoğu kez. O şehzade ile birlikte hapis hayatı yaşardı. Taht değişiminde şehzadesi padişah olamaz ise, şehzade ibrişim kementle boğulurken cariyesi de ayağına taş bağlanarak Sarayburnu açıklarında denize bırakılırdı...
Harem hayatının hanedan hizmetlisi cariye kadınlara sunduğu hayat böyle bir hayattı.
Peki Emine Hanım hayatın bu bölümünü niye anlatmadı?
E canım, lafın tamamı kime anlatılır!
***

Recep Tayyip’in Harem Hayatı
Köle erkeklerin hayatı da pek farklı değildi.
Mesela Recep Tayyip Erdoğan hareme nasıl intisap ederdi?
 Osmanlı’nın hükümranlık alanında dünyaya gelmiş bir kara derili olsa, Recep Tayyip’in hareme nasıl intisap edeceği sorusunun yanıtı bellidir. Haremin hizmetli erkek personelinin ortak özelliği hadımlıktır. Recep Tayyip de örneğin Afrika coğrafyasında veya gayrimüslim coğrafyada esir düşse, önce hadım edilir, sonra da boyuna posuna yakışıklılığına bakılarak Osmanlı Sarayı’na sunulurdu. Sonrası Tayyip’in kıvraklığına göre kendiliğinden gelirdi. İmparatorluk bürokratlarının eğitildiği Enderun’a kabul edilirse, sadrazam bile olabilirdi.
Enderun’a kabul edilmek yerine hareme alınırsa, sofra adabını öğrenir, hiyerarşinin son basamağında Kızlar Ağası (Bab’üs-Sa’âde Ağası) olurdu. Derece olarak sadrazam ve şeyhülislamdan sonra gelirdi. Padişahın haremini korumak, harem için gerekli cariyeleri temin etmek, cariye ve hadımların terfi ve cezalandırma işlemlerini padişaha arz etmek gibi görevleri yerine getirirdi. Muhteşem Yüzyıl dizisindeki Sümbül Ağa gibi yani...
***

Bugüne gelecek olursak,
Belli etmek istemiyor ama aslında Recep Tayyip de Emine gibi laikliğin yılmaz savunucusu.
İktidarının ilk yıllarında belli etmiyordu, uçağında misafir ettiği gazetecilere şarap bile ikram ediyordu Recep Tayyip. Böyle yapmakla laikliğin ne denli kıymetli olduğunu anlatmak istiyordu. Ne ki ne laikler aldı bu mesajı ne de taşfırın Müslümanlar. Bu ahvalde Recep Tayyip ne yapsın? O da işi taşfırın İslamcılığa döktü ki, insanlar anlasın dini siyaset alet etmenin nasıl bir bela olduğunu.
İktidarının son yıllarında abarttıkça abarttı. Dolayısıyla hırsızlık yolsuzluk yobazlık katillik gırtlağa dayandı. Recep Tayyip engel olmadı hırsızlığın katilliğin gırtlağa dayanmasına; istedi ki, din siyasete alet edilirse, memleket akıl ve bilim yerine 1400 yıl önceki çöl bedevilerinin aklıyla yönetilirse ne hallere düşülür görülsün. Ama ahali mesajı almadı. Tayyip bir umut, hâlâ 1400 yıl öncenin aklıyla memleket yönetilemeyeceğini ispatlama derdinde!
Ah Tayyip ah!
Ah Emine ah!
Laikliğin ve demokrasinin ne kadar elzem olduğunu ispatlamak için kendinizi nasıl da paralıyorsunuz!

Vatan, millet ve ümmet size minnettardır!

4 Mart 2016 Cuma

MÜSLÜMANLARI NİÇİN ÖLDÜRMELİYİZ?

Ya eyyühellezine âmenû,
Muhterem Sallama Cemaati,
Cumanız, tüm günleriniz hayırlı olsun!
Başlığa bakıp hemen kaşlarınızı çatmayın lütfen!
Şair Şükrü Erbaş’ın ünlü şiirindeki “Köylüleri niçin öldürmeliyiz” başlığına naziredir.
Vahdet gazetesi yazarı Mehmet Şevket Eygi’nin bir yazısı üzerine böyle bir nazire akla geldi.

Mehmet Şevket Eygi’yi tanıyor olmalısınız.
Hani şu tarihe “Kanlı Pazar” adıyla geçen kanlı provokasyonun kışkırtıcısı İslamcı yazar.

Kanlı Pazar’ı kısaca anımsamak gerekirse:
16 Şubat 1969 tarihinde 6. Filo’yu protesto etmek için solcu gençler protesto mitingi düzenliyor.
Mehmet Şevket Eygi miting öncesi Bugün gazetesindeki köşesinde “kızıl kâfirler” dediği devrimcileri hedef gösteriyor. “Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tespihimi çekerim… Etliye, sütlüye karışmam deyip de kendine zulüm edenlerden olma, gözünü aç, bak!.. Onlarda taş, sopa, demir, molotof kokteyli mi var? Biz de aynı silahları kullanmaktan aciz değiliz… Cihat eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur, canını verirse şehitlik şerefini kazanır.” diye yazarak dindaşlarını cihada çağırıyor.
Dindaşları da Dolmabahçe Camii’nde topluca namaz kıldıktan sonra mitinge saldırıyorlar; saldırıda TİP üyesi Ali Turgut Aytaç ve işçi Duran Erdoğan’ı bıçaklayarak katlediyorlar, 200 kişiyi de yaralıyorlar.
Kanlı Pazar’ın bir gün sonrasında Günaydın gazetesinde Ali Turgut Aytaç’ın bıçaklandığı anı gösteren bir fotoğraf yayınlanıyor. Fotoğrafta, birkaç metre ötedeki polis cinayeti seyretmektedir...
Mehmet Şevket Eygi 2006 Nisan’ında Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan söyleşide Kanlı Pazar nedeniyle herhangi bir vicdani rahatsızlık duymadığını belirterek “Bugün aynı şartlar olsa yine aynı şeyi hiç tereddütsüz yapardım” diye açıklama yapmıştı.

İşte o Mehmet Şevket, Vahdet gazetesinin 29 Şubat 2016 tarihli sayısında kaleme aldığı yazıda, 13 yaşındaki kız çocuğunu cinsel istismardan hüküm giyen suikastçı yazar Hüseyin Üzmez’i savunmuş. Eygi, dindaşı Hüseyin Üzmez için, "Geçtiğimiz yıllarda, küçük bir kızla ilişkisi yüzünden mü’min ve Müslim bir gazeteci maalesef Müslüman kesim yüzünden linç edilmiş, bitirilmiş, yerin yedi kat dibine sokulmuştur. Bu, adaletsizlik, insafsızlık ve aşırılık olmuştur." demiş.

Ya eyyühellezine âmenû,
Bu satırların kaleme alınabildiğine insanın inanası gelmiyor.
En iyimser ruh haliyle “Müslümanlık bu mu?” diye isyan edesi geliyor insanın ama galiba bu ruh hali de epey saf ve kendini kandırma hali.
Saflık ve kendini kandırma hali derken, binbir çeşit Müslümanlığın olduğundan söz ediyorum.
Mesela, provokatör ve dahi peşkirağası kalemşor Eygi de aynı yazıda ifade ediyor ki,
İman kardeşliği, talakı olmayan bir nikah gibidir, bozulamaz.”
Bu cümleyi şu anlamda kurmuş:
“Mü’mini tekfir edenin kendisi kafir olur.
Adam mü’min, fakat fâsık-ı mütecahir, yani büyük günahları açıkta, açıkça işliyor. Böylesinin gıybeti yapılabilir ama imanı olduğu ve kaldığı müddetçe kardeşlikten atılamaz, silinemez.
Mü’minin günahları gizli saklı kapalı ise tecessüs edilemez ve gıybeti yapılamaz.
İnsanların gizli günah ve ayıplarını araştırmak haramdır.
Olgun mü’min, olgun olmayan iman kardeşlerinin gizli günah, ayıp ve kötülüklerine karşı karanlık gece gibi olur.
Bu gizli günah ve ayıplar öğrenilirse, ifşa edilmez, açıklanmaz, aksine setr edilir, gizlenir.
Hadiste buyruluyor: “Bir mü’mini, ondaki günah ve ayıplar yüzünden ayıplayan kimsenin canını, Allahü Teala hazretleri, aynı ayıpları ona vermeden almaz.”

Dindaşlarına bu öğütleri veren peşkirağası provokatör, gıybetin Kur’an’la, Sünnetle, icmâ ile haram kılındığını vurgulamış.

Yani özetle, “Benim hırsızım, benim sübyancım, benim teröristim, benim ahlaksızım iyidir, çünkü Müslümandır, iman kardeşimdir. Açıkça büyük günahlar işlese de, madem ki imanlıdır, Müslümandır, kardeşimdir.” zihniyeti.

Ne yazık ki, kendisini Müslüman sayan ahalinin çok ama çok büyük çoğunluğu bu zihniyette olup, bu zihniyetle hayatı kendisine zehir ettiği gibi, iktidarı ele geçirdiğinde başkalarına da hayatı zehir etmektedir.

Aziz memleketimizin en büyük dertlerinden biri de, hırsızı, rüşvetçiyi, teröristi, sübyancıyı sırf Müslüman diye sahiplenen böyle bir çoğunluğun varlığıdır.

Şükrü Erbaş’a rica etsek,
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?” diye yazdığı gibi,
Müslümanları niçin öldürmeliyiz?” diye de şiir yazabilir mi?

Tekrar cumanız, tüm günleriniz hayırlı olsun!
Aşk ile!

Selam ve muhabbet ile!