30 Haziran 2014 Pazartesi

Ah Eski Ramazanlar!

Mübarek Ramazan nihayet gelmesine geldi de gelişi pek fark edilmedi.
Eskiden Ramazan gelince çarşı pazar şenlenir, esnaf fırsattan istifade etiket rakamlarını artırır, oruç bitmeden bayramını yapardı.
İçkili lokantalar kendilerine çeki düzen verirler, kamu kuruluşlarının yemekhaneleri tamirat ve bakım bahanesiyle kapatılır, medyada sahur ve iftar programları başlardı.
Komşular birbirlerini iftara çağırırlar, müminler hangi camide teravih daha hızlı kılınıyor diye araştırırlar, yaşlılar “Nerde o eski Ramazanlar!” hayıflanmasıyla ballandıra ballandıra eski Ramazan eğlencelerini (aslında özlem duydukları çocukluk günlerini) anlatırlardı.
Kaç yıl var ki, Ramazan’ın geldiği fark edilmiyor. Çünkü, eskiden Ramazan’ın gelişi her yanı uhrevi havanın sarmasından anlaşılırdı. Artık uhrevi hava yıl boyunca sürdüğü için Ramazan’ın gelişi fark edilmiyor.
***

Eskiden kimisi otuz günü hiç sektirmez, kimisi üç gün tutup Bektaşi aklıyla sonuna sıfır ekleyip otuza tamamlar, kimisi bir başında bir ortasında bir sonunda, kimisi sadece son üç gün tutardı.
Kimisi rakı orucuyla, kimisi sigara orucuyla yetinir, bazısı da Ramazan-ı Şerif şerefine zamparalık orucu tutardı.
Sevabı artırmak için oruçluyken lokanta vitrinlerine bakıp nefsini tımar edenlerden söz edilirdi.
Eğlenceli tartışmalar da yapılırdı.
Ramazan münazarası olarak nelere kafa yormamıştık ki?
Kadınlar eve kapanmalı mı?
Cenaze namazında kadın saf tutar mı?
Namazı üç vakit mi kılalım, beş vakit mi?
Türkçe dua okusak olur mu?
Göbek atsak Allah günah yazar mı?
Cennetteki evliliklerde çocuk olur mu?
Mehmet Ali Ağca ile Hasan Mezarcı’dan hangisi hakiki Mesih?
Daha neler neler!
Hiç unutmuyorum, bir Ramazan ayında Yaşar Nuri Hoca, “İki eşlilik mukadder” diye müjde verince, erkek kısmısının bir, zil takıp oynamadığı kalmıştı. Ardından Zekeriya Beyaz Hoca, kadınların çıplak namaz kılabileceklerini bildirince, erkek müminler iyice kanatlanıp uçmuştu.
Hey gidi günler hey!
Millet bu renkli tartışmalara daldığında, bırakın açlıktan guruldayan midenin sesini, iftar topunu bile duymazdı. Kaç yıl var ki, kimse böyle hararetli derin(!) tartışmalara kapı açamıyor.
***

Ah o eski Ramazanlar ah!
AKP iktidarının ilk yıllarında bile Ramazanlar daha liberal bir havadaydı. Hatta Recep Tayyip Bey, İstanbul imamlığından Türkiye imamlığına terfi ettikten sonra “seferiyim” bahanesiyle oruçlarını kazaya bırakmış; bununla kalmayıp, uçağında yol arkadaşlarına içki ikram etmişti de İslamcı medya leşkerleri “Bu ne biçim imamlık?” diye sormamıştı.
Dindarlığıyla övünmek o günlerde bile pek makbul karşılanmazdı, gösteriş iftarları o günlerde de kınanırdı. Mesela gazeteci Metin Münir, Hilton Oteli’ni aramış; kendisini AKP Girne Milletvekili diye tanıtıp lobide toplu namaz rezervasyonu yaptırmak istemişti. Resepsiyon görevlisine “Olmazsa Sheraton’a giderim. Onlar namazdan sonra bedava kolonya, gülsuyu ve şerbet veriyorlarmış” diye pazarlık etmişti. Hilton’un resepsiyon görevlisi de,  “Biz onlardan ilerdeyiz. Otelin zemin katını mescit haline getirdik. Namazdan sona da Hacıbekir lokumu ve/veya Vakko çikolatası dağıtıyoruz." diyerek müşterisini kaptırmama çabası içinde olmuştu.
***
Hey gidi günler hey!
Kaç yıl var ki, Ramazanlar tatsız tuzsuz.
Ne şakalaşma ne eğlenceli tartışmalar…
Kısacası Ramazan sevincinden eser yok.
Onun yerine kendisine biat edenlerin nazarında Hazreti Mehdi, halife-i ru-yi zemin, ikinci peygamber, hatta Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde toplamış liderin hezeyanları, zulmü var.
Merhametsiz zalime inat, bir Ramazan fıkrasıyla yazıyı noktalayalım.

Dininin kıymetini bil!
Mübarek Ramazan Temmuz ayına rastlamış.
İbadetine düşkün mümin Temmuz sıcağına aldırmadan orucunu tutuyor.
Komşu köydeki işini halletmek için kavurucu güneş altında yola revan olmuş.
Geçmek zorunda olduğu dereye geldiğinde bir de ne görsün. İki kafadar suyun kenarında yayvan gölgeli ağaçların altında mangalı yakmışlar, demleniyorlar.
Bizim mümin biraz nefeslenmek için selam verip yanlarına oturmuş. Kafadarlar sofraya buyur etmişler. Bizim mümin “Niyetliyim” deyip teşekkür etmiş.
Kafadarlar, “Kazaya bırak!” diye ısrar etmişler, bizim mümin nefsine hâkim olmuş. Sormadan edememiş:
- Arkadaşlar, siz Müslüman değil misiniz?
Kafadarlar “Değiliz” diye karşılık vermişler.
Bizim saf mümin izin istemiş kalkmış:
- Arkadaşlar, hangi dinden olduğunuzu bilmiyorum ama dininizin kıymetini bilin!
***

Sadece bir fıkraydı.
Umulur ki, ham ervah tepkilere düçar olmaz.
Samimi dindarlara hayırlı Ramazanlar olsun!